NEW YORK - ‘Wonderland’ albümünde ilginç bir oluşum çıkmış ortaya. Jane Birkin, Hüsnü Şenlendirici, Seyyal Taner ve aynı zamanda Brezilya eski Kültür Bakanı Gilberto Gill. Bu isimleri nasıl seçtiniz? Özellikle Seyyal Taner ilginç bir seçim olmuş.
‘Wonderland’ aslında 12 senedir süren bir proje. Benim gruplarımdan bir tanesine Hüsnü Şenlendirici dahil oldu. 2000’de henüz tanınmayan üç genç vokalist vardı: Nil Karaibrahimgil, Bora Uzer ve Dilara Sakpınar. O dönem onlarla birlikte çaldık, bir albüm yaptık ve sonrasında da zaman zaman 10 yıl boyunca tekrar bir araya geldik. Şimdi de bu sefer Hüsnü ile hadi tekrar böyle bir şey yapalım dedim. Bir albüm yapalım ve bir iki festivale gidelim. Bu albümü biraz farklı bir havada, tam 70’ler olmasa da daha arabesk, Orhan Gencebayvari, Türk 70’ler popu havasında yapmak istedim. O zamanlarda meşhur olmuş birkaç vokalist araştırdım ve seçtim, bir tanesi Jane Birkin, bir tanesi Gilberto Gill, ötekisi de Seyyal Taner. Üçü de aynı dönem sanatçıları ama üç ayrı kültürden geliyor. Seyyal Taner’i buluşum ilginçti. Bir gün Hüsnü ile Brezilya’da kahvaltı ediyorduk ve aklımda bir parça vardı, Hüsnü ile orada geliştirdik. Ardından Türkiye ’ye geldim bu yeni melodiyle ve kim söyler diye düşünürken İzzet Öz’ü aradım, ondan fikir istedim. O dinlediğinde direkt Seyyal Taner dedi. Her şey böyle doğal bir şekilde ilerledi.
Neden ‘Harikalar Diyarı/Wonderland’ ismi?
İlk adı ‘Harikalar Diyarı’ydı, sonradan da ‘Wonderland’ oldu. Benim için bu proje başka bir diyar. İlginç bir takım seslerin bir araya gelişi. Hüsnü’nün klarneti, kemanlar... İstanbul ’un bana verdiği ilham üzerine yapılmış bir proje bu. Başka İstanbul projelerim oldu ama caz ağırlıklıydı onlar, daha sertti, gece hayatına yönelikti. Bu güzel İstanbul’u ve güzel kokularını anlatıyor. Hepimiz çalarken de çok mutluyuz. Harikayız.
Tarzınızda hafif bir değişim olmuş bu albüm ile geleneksel tınılar seziliyor bol bol. Bunun sebebi nedir?
Ben hep yeni şeyler denemeyi seviyorum. Aslında benim çaldığım enstrümanlarda veya melodilerde bir değişiklik yok, aynı keyboard ve saksofonu çalıyorum sadece etrafını arabesk kapladı biraz, renkler değişti. İlk Wonderland albümü de biraz bu havalardaydı, daha elektronikti sadece. Bu albüm hayli akustik, çalgılar üzerine kurulmuş bir proje.
New York ile İstanbul arasında bir köprü gibisiniz, bu iki taraf için de güzel. Sizin için nasıl oluyor?
Ben o kadar alıştım ki bu duruma. Sürekli kendimi farklı ülkelerde buluyorum. Garip oluyor bazen. Geçenlerde buradaydım, birkaç gün ardından ikinci evim Brezilya’ya gittim, orada Nublu Caz Festivali yaptım sonra tekrar buraya geldim filan, karışıyor tabii hatlar bazen ama seviyorum aradaki bağlantı olmayı.
Son albüm ile küçük çapta dünyayı dolaşmışsınız. Brezilya, Fransa, New York, Türkiye... Çok eğlenceli olmuştur diye tahmin ediyorum. Öyle miydi?
Benim kaderim bu herhalde, hep geziyorum. Ben seçmedim aslında böyle olmayı. İsveç’te doğdum, New York’a taşındım, babam Türk, dünyalıyım tam anlamıyla. Ben çok seviyorum bu karışımı yaşamayı, hep sevdim ve bu müziğime de yansıyor sürekli. Çok eğlenceli farklı kültürleri bir araya getirmek.
Sizin Amerika maceranız nasıl başladı?
Benim Amerika hikâyem çok genç yaşta başladı, 14 yaşındayken gittim. Bir film gördüm, kitap okudum, şarkı dinledim ve İsveç’te yaşarken New York’lu olduğumu hissettim. En ‘cool’ yer orasıydı benim için. 25 seneyi geçti ve artık orası evim oldu. Gerçekten de en cool yer, her şeyin merkezi.
İskandinav caz da çok popüler bu aralar, sizin hâlâ orada bağlantınız var mı?
Evet epey bağlantım var hâlâ, orada bir grup ile birlikte çalıyorum sık sık. Benim caz maceram İsveç’te başladı zaten, sonradan Amerikan cazını öğrendim. İskandinav havasını çalarken hâlâ hissediyorum içimde.
İstanbul’un müzik atmosferini nasıl buluyorsunuz bu aralar?
Bir yandan heyecanlı, bir yandan değil. Biraz daha indie-rock grupları hareketlenmeye başladı bu aralar. Son 10 senede Türkiye’de o kadar çok şey değişti ki zaten, inanması zor. Bu aralar biraz durgunluk var, müzisyenler için fırsat ve mekân yok. Hâlâ Türk pop ülkede önder. Ünversite festivallerinde 10 sene önce kimler çalıyorduysa, bugün de onlar çalıyor. Biz hiç çalmadık mesela öyle bir etkinlikte. Gençlerde müzikal anlamda hareketlenme var sadece daha çok fırsata ihtiyaçları var.
Gezi Parkı sürecinde burada mıydınız? Nasıl bir etki bıraktı sizde?
Değildim ama çok takip ettim ve elimden geldiğince yardım etmeye çalıştım. Garip bir dönemdi ve anlaması zor. Ben dışardan bakan biri olduğum için hep bir ülke olarak bakıyorum buraya ve ülkenin bölündüğünü gördüm. İki taraf oluştu. Herkes aynı sokakları paylaşırken böyle olması çok ilginç. Yaz ayları boyunca ciddi bir duygu yoğunluğu yaşanıyordu ve bununla birlikte yeni şarkılar, yeni gruplar ortaya çıktı, çok yaratıcı bir süreçti. Devamı var mı yok mu göremiyorum ama pozitif düşünmek lazım.
Ülkede alkol/Youtube/Twitter gibi birtakım kısıtlamalar gelmeye başladı halkın üstüne, bu sizce müziği, eğlence hayatını etkiliyor mu?
Tabii ki etkiliyor. Ben İsveç’te büyüdüm ve orası inanılmaz medeni bir yer, o yüzden burada olanları hayretler içerisinde izliyorum. Hepimiz insanız yahu, burada birlikte yaşıyoruz.
Bir grup kurabilseydiniz varolan grubunuza dahil olmak üzere, dünyadan gelmiş geçmiş kimleri dahil ederdiniz?
Miles Davis! Ah, çok var. Kendi grubumu kurmam başka, saksofonla eşlik etmem bir guba başka. Rolling Stones ile çalmak isterdim. Red Hot Chilli Peppers ile çaldım daha önce, müthişti, büyük sahnede rock çalmak bambaşka bir şeydi. Duman ile çaldım, o da güzeldi. Ben genelde eğleniyorum, yeter ki çalayım, her türe uyum sağlayabilirim.
Nublu nasıl gidiyor? Gelecek için planları nedir?
İyi gidiyor. Bana sorarsan başka mekân da yok zaten. Babylon, Salon, Nardis üçlüsü dışında. Her gece kapıda kuyruk olması lazım aslında burada ama ilginç bir tembellik var. Biz bir mekânız ve bir sürü insan burada sahne alabilir ama nedense yeterince ilgi görmüyor. New York aslında daha zor buraya göre çünkü o kadar çok müzik grubu var ki orada, sürekli araştırıyor ve çalışıyor olman lazım. Biraz durgun burası. Yine de buradaki Nublu’yu çok seviyorum, tam anlamıyla bağımsız bir yer.
Bu aralar sürekli dinlediğiniz birkaç müzik sayabilir misiniz?
Serge Gainsbourg-’Histoire de Melody Nelson’. ‘Wonderland’e çok ilham verdi. Rolling Stones ‘bootleg’ serilerini çok dinliyorum.